YEŞİL KOD ADLI YEŞİL:
Remzi yıllarca devletin çeşitli kademelerinde çalıştıktan sonra memleketi Rize’nin Pazar ilçesine dönmüştü. Kesin bir dönüş değildi bu, bir nevi hava değişimiydi. Soranlara memleketimi özledim demişti. Aslında yaptığı iş istihbarat işiydi, fakat iş hısım akrabaya anlatmaya gelince tıkanıyordu. Çünkü devlette olduğu için oğlunu uşağını aldırmak isteyenler sıraya girecekti. O yüzden işini saklıyordu. Çünkü cambaz dahi olsa biri çıkıp “sizin ipe bizim oğlanı da aldırsana” diyecekti. Remzi’nin laf anlatacak dermanı yoktu, çok yorulmuştu, senelerce ismi cismi belli olmayan adamların peşinde koşmuştu ve bu zihnini çok yıpratmıştı. Şimdi ise sadece ciğerlerine yaş çay kokusunu çekmek istiyordu, huzur hakkının bu olduğunu düşünüyordu.
Remzi sabah namazına müteakip kalkmıştı, yeşillikli, mısır ekmekli bir kahvaltı yaptı. Annesi Hasibe’nin ısrarlarına rağmen pekmez yemedi, fakat Hasibe Remzi’nin ağzının kenarına pekmeze bandığı ekmeği sürünce mecburen yedi. Remzi kahvaltısını ettikten sonra Hasibe, Remzi’nin yatağını tekrar düzeltti ve yatmasına hazır hale getirdi. Remzi yatmak istemedi ve annesinden çay makası ile çuha istedi. Hasibe oğlunun cinsiyet değiştirmek istediğini düşünerek üzüntü ile karışık bir sitem yolladı. Hasibe eşarbının bir kısmı ile ağzını kapatıp ağlamaklı oldu. Remzi şaşırdı ve ne olduğunu sordu. Hasibe burada erkeklerin çay tarlasında çalışmasının ayıp olduğunu söyledi. Remzi kendisini kadınlar tuvaletine girmiş gibi hissetti. Annesine huzur aradığını ve bu yüzden çocukluğunun geçtiği çay tarlalarına gitmek istediğini anlatan duygusal bir konuşma yaptı, Remzi’nin annesi bu duygusal konuşmanın sonunda ritmini artırarak ağlamaya devam etti ama Remzi’nin duygusal konuşmalarından değildi bu ritm artması, iyiden iyiye oğlunun kadın olmak istediğini zannettiği içindi. Hasibe, Remzi’ye kahveye gitmesi ve oradaki erkeklerle okey oynaması için yalvardı, hatta sandıktan bir bohça çıkardı ve bohçayı yaprak yaprak açıp içinden çıkan sahte okeyi oğlunun alnına yapıştırdı ve aynen o sahte okey gibi sahte davranmasını ve de kadın olma isteğini saklamasını istedi. Hasibe, Remzi’ye Karadeniz’de olduğunu tekrar hatırlattı, herkeste silah vardı ve herkes ateş etmek için bir kıvılcım bekliyordu. Remzi artık dilinin dönmediğini kabul etti ve annesine durumunu anlatamadı. Yatıp uyudu. Yarım saat sonra geri kalktı Remzi, annesinin saçmaladığını düşündü ve çay tarlasına gitmeye karar verdi. Annesini kontrol etti, Hasibe hemen gözlerini açtı, Remzi yakalanmış gibi tedirgin oldu ve tuvalete gideceğini söyleyip pijamalarla dışarı çıktı. Annesi ardından izliyor diye hakikaten tuvalete gitti. Tuvalet bahçedeydi, elini kapıya atacakken çalıların orada bir kıpırdanma hissetti, biri var gibiydi ama yok gibiydi. Remzi gayri ihtiyari eline hemen taş aldı, küçüklüğünden bu yana bahçe tuvaletine ne zaman girecek olsa birileri kendini rontlayacak diye hep tedirgin olmuştu. Taşı sesin geldiği çalıya doğru attı ve eline hemen yeni bir taş aldı. Remzi elinde taş ile beklerken Hasibe elinde tuvalet kağıdı ile belirdi ve tuvalet kağıdını Remzi’ye verdi “al dedi buna sil taşa silme” dedi. Remzi elindeki taşı attı ve annesine gördüğü şeyi anlattı. Hasibe dağ sıçanı olabileceğini söyleyecekken Remzi sözünü kesip daha büyük bir şey olduğunu söyledi. Hasibe bu sefer de dağ ayısı olabileceğini söyledi, bulundukları yer yüksek olduğu için bütün normal hayvanların cinsinin başına “dağ” getirdikleri Remzi’nin gözünden kaçmadı. Fakat o “şey” gözünün önünden kaçtı ve yeşillikler arasında kayboldu. Remzi bir an durdu ve kendinden şüphe etti. Yıllardır insanlardan şüphelendiği için böyle bir sanrıya kapıldığını düşündü. Zaten bu yüzden hava değişimi geçirmek istemişti. Remzi bunları düşünürken Hasibe elindeki açılmamış tuvalet kağıdının ucunu açmaya çalışıyordu. Remzi annesine baktı ve elini sırtına koyup eve doğru yürüdü. Hasibe bir kez daha Remzi’ye kahveye gitmesini salık verdi, üstüne de sütünü helal etmemekle tehdit etti. Oysa Hasibe, Remzi’yi süt anne emzirmişti. Remzi bunu bildiği halde ses etmedi, annesi ile olayın hukuki boyutlarını irdelemedi. Zaten Remzi hep bu tip tartışmaları kendi içinde halleder insanların kendisini kandırmasına hep izin verirdi.
Öğlen saatlerinde Remzi kahvedeki muhabbetin içinde buldu kendisini. Okeye oturmuştu, her şey annesinin dilediği gibi gitmekteydi. Masada konuşulan konular aslında çok yakından tanıdığı ve perde arkasını bildiği konulardı. Hükümet, dış politika, fındık taban fiyatları… Remzi muhabbetin içine hiç girmemekle beraber gördüğü belli belirsiz şeyin ne olduğunu düşünmeye dalmıştı. Ayrıca da belli belirsiz masadaki herkesi taşlıyordu. Kahvede sürekli birbirine yavan esprilerle takılan insanların seslerine; çay karıştırma, köpürterek çay koyma, okey taşı vurma, sandalye çekme sesleri karışırken Remzi birden bire masadakilere neden çay tarlalarında çalışmadıklarını sorma gafletinde bulundu. Cümlenin daha soru işareti belirmeden kahvedeki birbirini takip eden seslerin hepsi de duruverdi, alnında okey yapışık bir genç kızgınlıktan sağına dönüp çenesini öne itip alnını kırıştırdı, alnını kırıştırır kırıştırmaz alnındaki okey düştü ve kızgınlığı daha net ortaya çıktı. Remzi sanki onun küçüğüymüş gibi Remzi’nin omzuna elini koydu, nasihat verecek gibi bir ifade takındı ve kız erkek karışık tarlaların sadece Avrupa’da olabileceğine dem vurdu. Remzi iyiden iyiye şaşırdı, küçükken hep annesiyle çay tarlasına gittiğinin altını çizdi ve bunu birazda duygusal bir tonda belirtti. Köyün tiz sesli bir yaşlısı söz aldı ve Remzi’ye küçükken annesiyle kadınlar hamamına da gidebildiğini ama şimdi gitmemesi gerektiğini söyledi. Kahvedekiler iğnelercesine ağızlarından belli belirsiz harfler çıkararak güldüler. Tek nefeslik gülmeleri bitince Remzi’nin okey masası dağıldı, istekalar yıkıldı. Remzi daha gördüğü o şeyi anlatamadan köylünün tarla konusundaki aşırı hassasiyeti ve mahremiyeti kendisini muhabbetten dışlayıverdi.
Remzi daha öğlen olmadan kahveden dışlandığı için evin yolunu tuttu. Yolda burnuna hafif çay kokusu geldi. Remzi annesinin tembihlerini, kahvedekilerin tenkitlerini birden unutuverdi ve yolunu değiştirip çay tarlalarına doğru yürümeye başladı.
Tarlada kimse yoktu. Remzi çok uzakta işlerine dalmış bir iki kadın gördü. Ama onlar Remzi’yi görmediler. Remzi rahattı, tarla konusunda kahvedekilerin ve annesinin neden bu kadar hassas davrandıklarına anlam verememişti. Derken yine sabah gördüğü şey oradan geçiyor gibi oldu. Yapraklar birkaç yerden titredi. Remzi yine eline taş almak için eğildi ama yerde kayda değer bir taş yoktu. Remzi yerden bir avuç kum aldı en azından gözüne atabileceğini düşündü. Arkasından bir şey geçiyor gibi oldu, Remzi iyice gerildi arkasını döndü, arkada bir şey olmadığını anlayınca önünü döndü ve korkudan böbreğinin oralarda bir yerlerden bir seğrilme hissetti. Karşısında 2,30 cm boylarında, kütük kadar kasları olan, banyodan yeni çıkmış Mustafa Sarıgül saçları olan, yarı çıplak, yeşil renkli bir adam durmakta ve Remzi’nin ağzı kadar olan burun deliklerinden Remzi’nin yüzüne solumaktaydı. Remzi korkudan elindeki kumu yavaşça yere bıraktı. Çenesi titreyerek “kimsin lan sen” dedi. Yeşil Dev konuşmadı ve sadece bağırdı. Remzi korktu ve orta parmağını çıkıntı yaparak yumruk yaptı. Yeşil Dev, Remzi’nin yumruğundan tuttuğu gibi Remzi’yi takribi on metre kadar uzağa fırlattı. Remzi çayların yoğun olduğu yere düşüverdi, bir şeyi yoktu, sadece omzunda hafif bir burkulma hissetti. Doğrulduğunda Yeşil Dev’i göremedi, hemen uzaktaki iki kadının yanına koştu ve demin olanları görüp görmediklerini sordu, Yeşil Dev’i onların da görmüş olması lazımdı. Kadınlar Remzi’ye tarladan çıkmasını çayları çiğnediğini söylediler, Remzi uyarılara hiç kulak asmadı ve Yeşil Dev’i anlatmaya devam etti. Kadınlar hiç umursamadan işlerine döndüler.
Remzi koşarak eve geldi. Hasibe, Remzi’nin hırpalanmış halini görünce kahvede dayak yediğini düşündü. Remzi dolaptan soğuk su şişesi aldı ve başından aşağı döktü. Sonra yere dökülen sulara basıp düşme tehlikesi geçirdi ve olduğu yere oturdu. Hasibe ne olduğunu anlamak istercesine Remzi’ye bakındı. Remzi “anne yeşil bir dev beni dövdü” dedi. Hasibe bakışını hiç bozmadı, Remzi annesinin kendisinin deli olduğunu düşündüğünü zannetti ve ne kadar iyi olduğunu anlatmaya başladı. Hasibe sözünü kesip ve çay tarlasına gidip gitmediğini sordu. Remzi şaşırdı ve fazla dolandırmadan gittiğini itiraf etti. Hasibe de bunun üzerine oturdu ve sakin bir ses tonuyla “çaya gidersen Hulk’ta senin ağzını kırar” dedi. Remzi şaşırdı, Hulk’un kim olduğunu hatırladı ve Rize’nin Pazar ilçesinde ne aradığını kendi kendine sorgulamaya başladı. Hasibe, Hulk’un yani Bruce Banner’ın aslen Rize’li olduğundan bahsetti. Remzi buzdolabına yöneldi ve kalan soğuk suyu da başından aşağı döküverdi. Bu sefer dökülen sulara basıp yere düştü. Remzi şaşkınlıktan yerden kalkamadı, çok şaşkındı ama Hulk’tan dayak yemesine değil Hulk’un Rize’nin Pazar ilçesinde ikamet etmesine ve annesinin buna hiç şaşırmamasına şaşkındı. Hasibe oğlunu biraz hırpalayarak yerden kaldırdı. Remzi annesine baktı ve galiba halüsinasyon gördüğünü söyledi, Remzi annesine ilk defa devletin istihbarat birimlerinde görev yaptığını itiraf etti. Hasibe ise sonuçta devlet memuru olduğunu gerektiğinde amirinin çayını da getirebileceğini söyleyerek hiç şok yaşamadı. Remzi annesinin durumunu anlamadığını anlayınca sadece köyüne hava değişimi için geldiğini söyledi ve yalvarır gözlerle kendisini Hulk’un dövmediğini annesinden söylemesini istedi. Bütün bunların kendisinin psikolojik sorunlarının ürünü olduğunu söylemesini istedi. Hasibe, Remzi’ye Hulk’a bulaşmamasını tembihleyip ve üstüne basa basa Hulk’un elinin ayarının olmadığını, hafif deli - manyak olduğunu ve hakimin karşısına çıksa ceza yemeyeceğini söyledi. Remzi annesini de halüsinasyonlukla suçladı. Hasibe bu sözler üzerine kırıldı ve onu halüsinasyonlu sütle değil helal sütle beslediğini belirtti ve eşarbını ağzına bastırıp ağladı. Remzi ne yapacağını bilemez bir halde koşarak evden çıktı.
Remzi ıslak kafasıyla kahveye doğru koştu, olan biteni kahvedeki erkeklere anlatacaktı. Kahvenin önüne gelir gelmez yarı çıplak bir halde çay içen yemyeşil Hulk’u gördü. Hulk tavla oynayan iki kişiyi izliyordu. Hulk, Remzi’yi görünce burun deliklerini genişletti. Remzi bir masaya yanaştı ve kahvedekilere Hulk’u gösterdi ve o Yeşil Devi görüp görmediklerini sordu. Kahvedekiler Remzi’yi ayıpladılar ve Hulk’un sadece yeşil olduğu için çay tarlasında görünmeyeceğini söylediler, kahvedeki genç biri ise Remzi’yi ırkçılıkla suçladı, cümlesinin sonuna da “respek” diye ekledi. Remzi artık şaşkınlıktan çıkmış olayı kavrama noktasına gelmişti. Bu nasıl olabilirdi? Hulk ilk defa söz aldı ve Remzi’ye dedesinin Rize’den göçtüğünü anlattı. Kahvedekiler de onayladı. Zaten Hulk aynen Karadeniz insanı gibi asabiydi, dobraydı. Remzi kahvedekilere “Hulk’un yeşil olması sizi şaşırtmıyor mu?” diye sordu. Kahvedekiler Çernobil’den olabileceğini söylediler. Hulk hemen onayladı ve “Çernobil’den” dedi. Remzi Hulk’un normalde Bruce Banner olduğunu ve doktor olduğunu söyledi. Hulk bu iddiayı kesin bil dille reddedip doktor olmadığını söyledi, sonra Remzi’nin kulağına eğildi ve “sus, deşme olayı şimdi, sonra eşeği aksıran bana gelir” dedi. Sonra Hulk ortaya konuşarak tıpı kazandığını ama gitmeyip baba mesleği olan meyve sebze komisyonculuğunu tercih ettiğini sonra da ithal ürünlerin kendilerini batırdığını söyledi. Hulk, Rize’nin Pazar ilçesinde her 3 kişiden biriyle papaz olmuştu, o yüzden sürekli Hulk olarak kalmayı başarmıştı. Remzi’nin ise aklında sorular bitmek bilmemekteydi ve konuyu çay tarlalarına getirdi, erkekler çaya gidemiyorsa orada Hulk’un ne işi olduğunu sordu, Hulk yine burun deliklerini büyüttü ve oranın bekçisi olduğunu söyledi. Hulk çayını dikti ve müsaade isteyip kalktı. Remzi Hulk’un ardından baktı ve kahvedekiler olağan hareketlerine devam ettiler, her şeyin bu kadar normal karşılanması Remzi’nin zihnini epey yormuştu. Remzi cep telefonunu çıkardı ve çekmediğini görünce havaya kaldırdı, kahvedeki herkes aynı şeyi yaptı. Remzi telefonun nerede çektiğini sordu, kahvedekiler bir tepe gösterdiler. Remzi kalkacakken kahvede kendisini ırkçılık ile suçlayan genç cep telefonundan bir numara gösterdi ve Hulk’un numarası olduğunu söyledi. Ama Hulk’u rehberine Şirek diye kaydetmişti. Köyde Hulk’un lakabı Şirek’ti, kahvedekiler gülüşürken Remzi kalktı ve telefonların iyi çektiği bir tepeye yöneldi.
Remzi tepeye geldiğinde her zaman olduğundan daha ciddiydi. Numarayı tuşladı, şefini aradı. Şefi ooo diyerek telefonu açtı, Remzi’nin iyi olup olmadığını sordu. Remzi ön muhabbeti hızlıca geçiştirdi ve şefinin Pazar’a gelmesini istedi, şefi sebebini sorunca Remzi daha da ciddileşti ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Rize – Pazar’da olduğunu söyledi.